‘’Artık demir almak günü gelmişse zamandan, 
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.
Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;
Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol.
Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli,
Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli.
Biçare gönüller! Ne giden son gemidir bu!
Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu!
Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler;
Bilmez ki giden sevgililer dönmeyecekler.
Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden,
Birçok seneler geçti; dönen yok seferinden. ‘’ Yahya Kemal Beyatlı’ nın Sessiz Gemi şiiri benim için vedanın en yoğun ve güzel anlatıldığı şiirlerden. Hayat akışında sevmek ve sevilmek bir insanın başına gelebilecek en güzel duygulardandır. Ne yazık ki bu sevginin uzun yıllar sürmesi bazı koşullarda çok da kolay olmuyor ve elveda demek gerekebiliyor. Kişilerin kendi hayatlarına odaklı yaşaması, sorunların katlanarak büyümesi, mesafeler derken ilişkiler sonlanabiliyor. Peki, veda ne demek? Vedalaşma insan yaşamının doğal bir parçası, olması gereken bir davranış şeklidir. Vedalaşma olmadan gerçekleşen bir ayrılık eksik demektir. Çünkü vedalar bence ayrılığın seramonisidir. Veda edemediğiniz sokaklar ve insanlar olacaktır hayatınızda. Çünkü insan en çok yaralarından kaçar. Belki veda etmek en büyük zaafınız da olabilir. Artık içinde olmaya dayanamadığınız fakat ait olmak zorunda olduğunuz yeri terk ettiğinizde, havada asılı kalan veda kokusunu iliklerinize kadar içinize çekeceksiniz. Veda sadece hüzünden ibaret değildir. Evlilik, mezuniyet, gibi hayatımızda dönüm noktasına  sahip vedalar, kutlama ile yapılırken, Bazen ölüm ve göç gibi zorunlu olarak, bazen de düğün ve doğum gibi isteyerek vedalaşmalar yaşarız. Doğduğumuz yer ile vedalaşamamak memleket hasretine, hayatını kaybeden yakınımızla vedalaşamamak bitmeyen yasa dönüşüyor. Ağıt yakmak, yas tutmak gibi eylemler ile cenaze, mezuniyet, asker uğurlaması, düğün gibi törenler vedanın göstergesidir. Psikolog Ali Orhan ‘Vedasızlık’ kitabında diyor ki “Vedalaşmak törenseldir. Veda etmek, terk etmek ya da ayrılmak değildir. Veda karşılıklıdır. Ruhunuzda hissetmezseniz, veda edemezsiniz.” Eğer veda etmeyi başaramazsanız, olduğunuz yerde kalır acı çekmeye devam edersiniz. 
Bir de vedasız ayrılıklar vardır. Hala gittiğine inanmadığımız. Hala dönecek diye umut ettiğimiz. Bize hiç gitti gibi gelmeyen gidişler vardır. Ya ölen kişi anneniz ise? Ya vedalaşamadan kaybetmişseniz onu? Ya hala ve sonsuza dek hayatınızın en büyük pişmanlığı, en büyük öfkesi, en derin yarası oysa?.. “Acaba ne söyleyecekti bana?”, “Ne öğütler verecekti?”, “Bari son kez onu ne kadar sevdiğimi söyleyebilseydim!” ya bir kere bile sarılamadan veda edemeden kaybetmişseniz onu gibi binlerce pişmanlık ve yarım bırakılmışlıkla bırakmışsa sizi?... İnsan ani gelen ölümü kabullenmekte zorlanır. Vedalaşma zamansız olduğunda derin yaralar açar. Vedalaşma anı gariptir aslında… Kurulan tüm cümlelerin anlamsız ve boş olduğu andır. Sözcüklerin hiçbir gücü yoktur, hiçbir iyi dilek acımızı dindirmiyordur. Öfkeleniriz hatta vedanın sözcükleri, dilekleri, kurulan cümleler değildir akılda kalan tarafı. Yıkım anıdır. Suskunluktur, ifadesizliktir. Sonsuz üzüntüdür. Terk edilmişlik, yalnız bırakılmışlıktır. Yalnızlıktan korkmaktır. Ardından gelecek ve bir daha hiç gitmeyecek soğuk kış mevsiminden korkmaktır. Ellerin hep üşümesidir, yüreğin bir daha hiç ısınmamasıdır. Herkes biraz ona benzeyecek, ama kimse ona asla benzemeyecek olan anın idrakıdır belki de. Ne denebilir ki! Ayrılık insanın ateşle imtihanıdır bir bakıma. Sonunda ölüm olduğunu bile bile yaşamaya bu denli tutkulu olmak da insanın en büyük çelişkisidir; ayrılığı bile bile bu kadar büyük sevmek de… Veda zamanı kapınızı çaldığında er ya da geç gerçekleşecektir. Vedalaşmamak için direnmek, vedayı yok saymak, ondan kaçmak bir şey ifade etmez. Aksine hayatlarımızı daha da zorlaştırır çünkü hayatımız boyunca sürekli vedalaşmalar yaşarız. İlk vedamız anne rahminden ayrılmayla başlar, sonra süt dişlerimiz düşer; yenileri gelir. Zamanla çocukluk oyunlarımıza veda eder, okula başlarız. Mezuniyetimizde eğitim hayatımızla vedalaşır, iş hayatına merhaba deriz. Yaşadığımız şehre veda eder, yeni bir hayata başlarız. Düğün ile ailemize “elveda” derken, geride bekârlık hayatımızı bırakırız. Hepimizin vedaları farklıdır. Bazılarımız daha çok veda yaşar. Bazılarımız bunu yaşamak zorunda kalmayız. Oysa birçoğumuz vedalaşmayı sevmeyiz değil mi?  Sessizce ve kimsesizce çekip gitmeyi tercih edenimiz de var elbette. Acıtmamak, incitmemek adına yaparız bunu ama aslında amaç kendi acımızdan kaçmak değil midir? O anı yaşamaya gücümüzün olmamasından mı yoksa yüzleşmeye, o anı doğru ifade edecek cümleler bulmaya kendimizde takat bulamadığımızdan mıdır bilemiyorum. Çünkü ağır gelir. Ayrılığın son anıdır veda. Haberli gidişin adıdır. Belki de onca yaşanandan sonra, iyi bitirme niyetidir bir bakıma. İşleri zorlaştırmamaya çalışmaktır.
Ama Her veda, yeni bir merhaba barındırmaz mı içinde? İlkbahar kışa veda ederken, yaza merhaba der. Meyve olgunlaştığında dalına veda eder. Kuşlar göçer, insan sevdiğini toprağa teslim eder. Vedalaşmalarımızın zamanı önemlidir. Kış geç veda ederse, ağaçlar sürgün vermez. Meyvenin dalına vedası erken olsa, yenmez; geç olsa, dalında çürür. Kuşlar göç zamanını kaçırırsa bir sonraki mevsimi göremez. Zaman her şeyin ilacı deniyor ama, bunu yaratan zaman değil, insanın hayata bağlanma isteği. Tekrar tekrar denemek isteyişleri, bir sarmaşık gibi birine inanıp tutunma arzusu… Her veda yeni bir başlangıca yol açıyor. Yeni insanlar, yeni arayışlar, yeni heyecanlar. Hafıza unutuyor olanları. Yalnız kalp unutmuyor. Beyin ile uyumlu olduğu tek bir kare, bir tek fotoğraf, yalnızca bir an ile sınırlı: Son bakış, akılda kalan o. Yaşadıkça hayalden gitmeyecek olan an o.
Hiçbir veda sözcüğü anlatamaz, dindiremez çığlıklarını, ne bir son, ne de bir başlangıç… Adına ömür dediğin kör karanlık, Daveti olmadığı gibi vedası da yok gitmenin..
Gitmekle gidilmiyor ki…
Gitmekle gitmiş olamazsın;
Gönlün kalır,
Aklın kalır,
Anıların kalır.”
Diyor Cemal Süreyya …