Geçen yazımızda dinlemenin hayatımız ve içinde bulunduğumuz toplum içindeki öneminden bahsetmiştik. Bu yazımızda devamı olacak malum kimse kimseyi dinlemiyor. Toplumumuzda önemli bir konu… Evet sık sık duyarız; ağzı olan konuşuyor… Ancak dinlemekten nadiren söz edilir. Çevremi sıkça gözlemlerim, sosyal birlikteliklerde üç, beş kişi bir araya geldiğinde, içlerinden biri sözü ele alır ve susmadan devam eder. Böyle bir davranış her şeyden önce bir saygısızlık göstergesidir. Ünlü Amerikalı iletişim-insani ilişkiler uzmanı Dale Carnegie’nin “Dinlemek gösterebileceğiniz nezaketlerin en büyüğüdür,” sözleri bu konudaki en önemli tanığımdır diyebilirim sanıyorum. Oysa devamlı konuşan insanlar düşünmeyi mecburen ıskalarlar. Konuşmaktan düşünmeye vakit bulamazlar. Hem konuşan hem dinleyenler ise düşünmekten yana şanslıdırlar. İnsan, bilgi aldıkça, yeni şeyler öğrendikçe bunu paylaşmak ister. Bilmenin doğal sonucu olarak da konuşur. Bilginin paylaşılmasında konuşmanın olduğu kadar dinlemenin de ne denli önemli olduğunu aklımızdan çıkarmayalım.
İnsan olarak bizden beklenen, aklı kullanarak, iyiyi ve doğruyu, insanlığın yararına düşünmek ve bunları başkaları ile paylaşmaktır. Onların da benzeri ya da farklı konularda düşünceleri varsa dinlemek, anlamak ve birlikte daha iyi, daha yararlı düşünceler ve çözümler üretmektir.
Biz toplum olarak çoğunlukla konuşmayı severiz. “Dinlemek” nedense çoğumuza zor gelir. Öylesine ki, biri konuştuğunda, “şu adam sussa da ben konuşsam,” diyenimiz azımsanmayacak kadar çoktur. Dinlemek ilişkilerimizin can damarıdır. Konuşmaktan da zordur. Konuşurken aklımızda olanları, bildiklerimizi, düşündüklerimizi, hazırladığımız metinleri aktarırız. Dinlerken ise kendimizi düşüncelerimizden, zihin fısıltılarından uzak tutup yalnızca söylenenler üzerine yoğunlaşmamız gerekir. Konuşmaya tam olarak odaklanmak zorundayız. Dinlemek sadece ses dalgalarının kulaklar tarafından algılanması değildir. Konuşmaya etkin bir katılış, konuşulanı anlama gayretidir. Dinlerken, kolaylıkla kendi dünyamızın esiri oluveririz. Konuşmadan kopar gideriz. Yeniden dinleme ortamına döndüğümüzde ise konuşulanların gerisinde kaldığımızı görürüz. O andan itibaren de söylenenleri anlamakta çok zorlanırız.
Uygarlık, insanların birbirlerine el uzatmaları, tecrübelerinden yararlanmaları, akıl yürütmeleri, fikir alış verişleri sonucunda aslında birbirlerini dinleyerek ve konuşarak belirgin bir düzeye erişmiştir. Konuşmak, düşüncenin bulduğu, aklın onayladığı, gönlün süzgecinden geçen, iyiliğe, sevgiye ve bilime ters düşmeyen, onayını alan sözlerin dudaklarımızın arasından dışarıya çıkmasıdır.
Dinlemek ise dinleyenin bilgilerine artı değerler katan, olumlu sözcükleri dikkatle düşünce süzgecinden geçirip, kişinin giderek topumun kültür ve bilgi hazinesini zenginleştirmektir.
Kısaca değindiğim bu insani gerçeklerden yola çıkarak kolayca diyebilirim ki, konuşmayı ve dinlemeyi bilmek bilgeliktir. Ve hatta çok dinleyip az konuşmak büyük erdemliktir. Ne demiş Mevlana ‘söz söylemede yücelik aramayın! Dinlemek söylemekten yeğdir.’