“Kolay olmayacak elbet üzüleceğiz mutlaka bir iz bırakacak. Belki de çocuk gibi sana küseceğim seneler sonra utanarak...” Sezen Aksu’nun ‘UNUT’ şarkısını dinlerken aklıma yüreğimizin derinliklerinde taşıdığımız kırgınlıkları yazmak geldi bugün içimden.

Bizde iz bırakan, ne kadar affetsek de geçmeyen o kırgınlıklarımızı… İlham perileri de doluşmuşken etrafa başlayalım o zaman içimizdeki kırgınlıklarımızı dökmeye…

Hayatımızda yer edinen değer verdiğimiz ya da bizim hayatında bulunduğumuz insanları kırıp üzerken, yorarken, (hele ki hassas kalpli olanlara) bilerek ya da bilmeyerek üzdüğünüz bir insana -neden bunu yaptım diye hiç düşünüyor musunuz? Bu insan nasıl yeniden toparlanacak, nasıl tekrar tebessüm edecek, nasıl iyi olacak diye düşünmediyseniz düşünün o zaman.

Kırgınlık çok ayrı bir olay. Çok fena, üzülmekten çok daha farklı bir olgu… Karşındaki hissetmez bazen, senin kırıldığını anlamaz ama senin yüreğin eskisi gibi bakmaz ona artık, kırgınlık budur işte. Üzüntüyle beraber gelen şaşkınlığın tiksintiyle birleşmesi, korku ve öfkenin bize karşı onu yapana duyduğumuz hayal kırıklığı….

Hepimiz günlük hayatında, sohbetlerimizde mutlaka ‘çok kırıldım’  ‘kırıldı bana galiba’ gibi cümleler duyuyoruzdur. Bu bazen en sevdiğimiz bir yakınımız, arkadaşımız, ailemizden biri veya bizzat kendimiz olabiliriz.

Duygusal kırgınlık dediğimiz olay kalbimizde hissettiğimiz acı verici bir gücenme halidir. Kin tutma ile nefretin temelini oluşturur. Kırgınlık sadece bir davranışın sonucu değildir. Bazen aşağılanmaya bazen sürekli ayrımcılığa veya önyargıya maruz kalma, duygusal olarak kullanıldığını hissetme, kıskançlık, küçük düşürülme gibi birçok sebep kırgınlığa yol açabilir.

Ve yahut yüreğimizin en derin köşesinde yerini almış birinin yaptığı bir hareket veya söylediği bir sözle bizi tepetaklak ederek paramparça etmesi gibi… Sırf o iyi hissetsin diye fedakarca kendimizden ödün verdiğimiz birinin ilk fırsatta bizi yarım bırakmasına anlam veremediğimiz o acı eşiğimiz. Kırıldığımız zaman hayal kırıklığının da verdiği etkiyle büyük bir üzüntü yaşarız. Kırgınlık insanı değiştirmek zorunda bırakır. Çünkü sevdiğiniz insanı üzerseniz onu bir süre sonra bulamazsınız. O sizin için bir yabancıya dönüşür. O kırılmışlık hissi çok derinlerdedir ve affedilse de izi hep kalır. KIZGINLIK NE KADAR BAĞIRIP ÇAĞIRMAKSA, KIRGINLIK DA O KADAR SESSİZDİR. Bir olaya veya birine kızdığımızda içimizdeki öfkeyi dökmek için onu herkese anlatmak isteriz.

Ama kırgınlık öyle mi? Kendi köşemize çekilip sessizleşiriz, içimize döneriz. Bazen döktüğümüz gözyaşlarında bazen de dalıp gitmelerimizde kurduğumuz hayallerimizle kendimizce ve yine kendi dünyamızda güya anlatmaya çalışırız ama yine kendi kendimizin anlayacağı bir dilden…

Ne yazık ki şöyle de bir gerçek var, kırgınlık yinelenen bir duygudur. Bir kere yaptıktan sonra hadi tamam bir daha olmayacak diyemiyorsun daha doğrusu denilse de hava da kalıyor. Ve ne yazık ki hiç kimse bunu hissetmekten muaf değil. AMA bunun acı değerine göre incitici basamakları var diyebilirim. Az inciten çok inciten diye, tabi bu da karşımızdakine verdiğimiz değer yargısıyla doğrudan alakalı o içsel yolculuğun en can yakıcı tarafı da bu sanırım, yüklediğimiz değer yargısı. KIRGINLIK ÖKSÜZ BİR ÇOCUK GİBİ KİMSESİZDİR.

Sabahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madonna’sında ‘‘Dünyada tek bir insana inanmıştım. O kadar çok inanmıştım ki, bunda inanmış olmak bende artık inanmak kudreti bırakmamıştı. Hayatta en güvendiğim insana karşı duyduğum bu kırgınlık, adeta bütün insanlara dağılmıştı’’ diye belirtiyor. Bana göre kırgınlığın en güzel tariflerinden biri… anlam yüklediğimiz bir kişinin bize karşı yaptığı tek üzücü olay ve bizim hayatımızda bir daha hiç kimseye besleyemeyeceğimiz güvensizliğin getirdiği o duygusal kırgınlık … Kaybettiğimiz iyi niyetimiz ve herkese karşı şüpheci yaklaşım …

Kırgınlığın sağlıksal boyutu da var elbette, yaşadığımız birçok duygu vücudumuzun organlarını doğrudan etkiliyor. Tıpkı güzel duyguların organlarımızı etkileyip işleyişine katkı sağladığı gibi üzüntü ve kırgınlık duyulduğunda da bundan etkileniyor. Kırgınlık kalbimizi hasta ediyor. Kaygı duymak biliyorsunuz ki vücutta stres yaratır. Stres durumu kronikleşirse kalp damar hastalığı için risk oluşturmaya başlar. Anında kortizol ve adrenalin salgılanır. Bu da tansiyon yüksekliği, kan şekeri yüksekliği insülin direnci, nabız artışına sebep olabilir. O zaman ne diyoruz, ‘HAYAT KISA KUŞLAR UÇUYOR… ‘Ne kimseyi kırın ne de kimsenin sizi kırmasına izin verin :)